Nevai (ISBN: 9789944109802)
Musa Taşmuhammedov Aybek, Özbek edebiyatının en önemli romancılarından birisidir. 1905 yılında doğan Aybek 1922 yılından itibaren edebiyat dünyasında adını duyurmaya başlar. 1927 ile 1930 yılları arasında Leningrad Ziraat Fakültesinde okur, 1930-33 arasında ise siyasi iktisat dersleri verir. Edebiyata adımı şiirle olur, şiirlerinde Özbek şiirinin büyük üstadı Çolpan\'ın etkisi büyüktür.
Nevai adlı romanı 1944 yılında yayınlar ve tarihi romancılıkta bir çığır açar. Nevai ile 1946 yılında Stalin ödülünü alır. Bir diğer ünlü romanı Kutlu Kan\'dır. Aybek\'in kadınlar ve sosyal mücadelelerdeki yerleri üzerine eserleri yazarın özgün bir yanıdır. Dilber-Zamane kızı, Bahtıgül ve Sağındık, Kızlar, Kahraman kız gibi eserlerinde mücadele eden kadınlara güzelleme vardır.
Çağdaşı pek çok edebiyatçı gibi Aybek de büyük bir baskı altında yaşar ama en azından öldürülmez! Bu bile o dönem için büyük bir şanstır. Bunda Ikinci Dünya Savaşı döneminde Orta Asya Türklerinin faşizme karşı mücadeleye katılması için yazdığı eserlerin de büyük payı vardır elbette.
Baş tacı edildiği günler kısa sürmüştür ama ömrünün son onbeş yılını büyük bir karalama kampanyasına göğüs gererek geçirmek zorunda kalır. Yine de yılmaz ve edebiyat geleneğini yeni kuşaklara aktarmak için didinir durur. 1967 yılında ise hayata gözlerini yumar.
Aybek\'in romanına adını veren Ali Şir Nevai (1441-1501) ise \"Türk diline adını veren şair\" olarak anılır. Gerçekten de Çağatay Türkçesi aynı zamanda Nevai Türkçesi olarak da adlandırılmaktadır.
Orta Asya\'dan Anadolu\'ya kadar olan Türk coğrafyasında Farsçanın edebiyat dili olarak kullanılmasına ilk karşı çıkan isimdir. Türk dilinin Fars dilinden üstünlüğünü ispat etmek için bir lugat hazırlar, Türkçe divan yazar ve herkese de Türkçe yazmasını öğütler: \"Türk\'ün bilgisiz zavallı gençleri kolay sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi düşünse Türkçede bu kadar genişlik, incelik, derinlik dururken bu dilde şiir söylemenin daha mükemmel, daha beğenilir olacağını anlar\"
Yine kendi gençliğinden örneklerle Farsça özentisinin nedenlerini şu şekilde ortaya koyar:
\"Gençliğimin ilk yıllarında şiire, edebiyata merak salmaya başlamıştım. Bu yolda bazı şeyler yazmaya çalışırken kendimi göreneklerden kurtaramadığım için Farsça yazıyordum. Biraz daha iyi düşünmeye başladığım çağda ulu tanrı gönlüme güzellik ve incelik sevgisi doldurdu. Yaradılışım, bayağılıktan kaçınmayı, iyiyi ve güzeli sevmeyi buyurdu. O zaman ana dilim üzerine düşünmeye başladım. Türkçenin derinliklerine dalınca onsekizbin alemden daha yüksek bir alem göründü. Bu alemin süsler, ziynetler içerisinde enginleşen göğü, dokuz gökten daha üstündü. Bu faziletler ve yücelikler hazinesinin incileri yıldızlardan daha parlaktı. Bu alemin bahçelerine daldım; gülleri güneşler gibiydi. Ama bu tılsımın yılanları pek korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki \'Demek ki bizim Türk sanatkarları bu korkulu, üzüntülü şeylerden çekindikleri için Türkçeyi bırakmışlar ve böyle geçip gitmişler\' Ben bu alemden vazgeçmedim, korkmadım, yılmadım; güçlükleri yendim, çetinliklerle savaştım, emekleri esirgemedim. Türkçenin engin alanlarında ilhamımın şahlanan atını koşturdum, sonsuz fezalarda hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım, zevkim bu hazineden değer biçilmez, güç yetmez birçok inciler, pırlantalar aldı. Gönlüm bu bahçenin gizliliklerinde güzel kokularıyla cana can katan, göz görmedik çiçekler topladı\"
Nevai\'nin Türkçeciliği havada kalan bir slogan değildir. Hazırladığı \"Muhakemetü-l Lügateyn\" adlı eserinde sözcük sözcük Türk dilinin zenginliğini ortaya koyar. Bu eser Türk dili üzerine yapılan en erken dönem incelemedir.
Nevai adlı romanı 1944 yılında yayınlar ve tarihi romancılıkta bir çığır açar. Nevai ile 1946 yılında Stalin ödülünü alır. Bir diğer ünlü romanı Kutlu Kan\'dır. Aybek\'in kadınlar ve sosyal mücadelelerdeki yerleri üzerine eserleri yazarın özgün bir yanıdır. Dilber-Zamane kızı, Bahtıgül ve Sağındık, Kızlar, Kahraman kız gibi eserlerinde mücadele eden kadınlara güzelleme vardır.
Çağdaşı pek çok edebiyatçı gibi Aybek de büyük bir baskı altında yaşar ama en azından öldürülmez! Bu bile o dönem için büyük bir şanstır. Bunda Ikinci Dünya Savaşı döneminde Orta Asya Türklerinin faşizme karşı mücadeleye katılması için yazdığı eserlerin de büyük payı vardır elbette.
Baş tacı edildiği günler kısa sürmüştür ama ömrünün son onbeş yılını büyük bir karalama kampanyasına göğüs gererek geçirmek zorunda kalır. Yine de yılmaz ve edebiyat geleneğini yeni kuşaklara aktarmak için didinir durur. 1967 yılında ise hayata gözlerini yumar.
Aybek\'in romanına adını veren Ali Şir Nevai (1441-1501) ise \"Türk diline adını veren şair\" olarak anılır. Gerçekten de Çağatay Türkçesi aynı zamanda Nevai Türkçesi olarak da adlandırılmaktadır.
Orta Asya\'dan Anadolu\'ya kadar olan Türk coğrafyasında Farsçanın edebiyat dili olarak kullanılmasına ilk karşı çıkan isimdir. Türk dilinin Fars dilinden üstünlüğünü ispat etmek için bir lugat hazırlar, Türkçe divan yazar ve herkese de Türkçe yazmasını öğütler: \"Türk\'ün bilgisiz zavallı gençleri kolay sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi düşünse Türkçede bu kadar genişlik, incelik, derinlik dururken bu dilde şiir söylemenin daha mükemmel, daha beğenilir olacağını anlar\"
Yine kendi gençliğinden örneklerle Farsça özentisinin nedenlerini şu şekilde ortaya koyar:
\"Gençliğimin ilk yıllarında şiire, edebiyata merak salmaya başlamıştım. Bu yolda bazı şeyler yazmaya çalışırken kendimi göreneklerden kurtaramadığım için Farsça yazıyordum. Biraz daha iyi düşünmeye başladığım çağda ulu tanrı gönlüme güzellik ve incelik sevgisi doldurdu. Yaradılışım, bayağılıktan kaçınmayı, iyiyi ve güzeli sevmeyi buyurdu. O zaman ana dilim üzerine düşünmeye başladım. Türkçenin derinliklerine dalınca onsekizbin alemden daha yüksek bir alem göründü. Bu alemin süsler, ziynetler içerisinde enginleşen göğü, dokuz gökten daha üstündü. Bu faziletler ve yücelikler hazinesinin incileri yıldızlardan daha parlaktı. Bu alemin bahçelerine daldım; gülleri güneşler gibiydi. Ama bu tılsımın yılanları pek korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı. Bunları görünce düşündüm ve dedim ki \'Demek ki bizim Türk sanatkarları bu korkulu, üzüntülü şeylerden çekindikleri için Türkçeyi bırakmışlar ve böyle geçip gitmişler\' Ben bu alemden vazgeçmedim, korkmadım, yılmadım; güçlükleri yendim, çetinliklerle savaştım, emekleri esirgemedim. Türkçenin engin alanlarında ilhamımın şahlanan atını koşturdum, sonsuz fezalarda hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım, zevkim bu hazineden değer biçilmez, güç yetmez birçok inciler, pırlantalar aldı. Gönlüm bu bahçenin gizliliklerinde güzel kokularıyla cana can katan, göz görmedik çiçekler topladı\"
Nevai\'nin Türkçeciliği havada kalan bir slogan değildir. Hazırladığı \"Muhakemetü-l Lügateyn\" adlı eserinde sözcük sözcük Türk dilinin zenginliğini ortaya koyar. Bu eser Türk dili üzerine yapılan en erken dönem incelemedir.